Star Televizyonunda Yayınlanan 'Balçiçek İlter İle Olay Yeri Programı'ndan bir kesit
Hakkımda
Psikoloji
Sağlık
8 Ağustos 2018 Çarşamba
7 Ağustos 2018 Salı
VARLIĞIMIZIN AMACI
Dünyaya geliş nedenimiz ölüm değildir. Canlıları bekleyen
kaçınılmaz son ölüm değil, doğaya yeniden karışmaktır. Doğanın değirmeninde
öğütülüp yeni bir forma bürünmektir yaşam ve ölüm denen karşıt yapılar. Bu
anlamda bakıldığında ölüm olgusu aslında evrene yabancı olan bir kavramdır. Ta
ki evren gerçekten ölünceye kadar. Bizler atalarımızdan aldığımız genleri yeni
nesile aktarmakla görevli ara formlar olarak dünyada bulunuyoruz. Yani asıl
olan genetik miraslarımızın ölümsüzlüğü için yaşam denilen olguyu duyumsamaktır
varlığımızın temel nedeni. Anne ve babamızın sahip olabileceği trilyonlarca
olası çocuklar içinde bizim birinci gelmiş olmamız bir diğer çoşkulu süreçtir
yaşam denilen garip duyumsamada. Karanlıktan geldik karanlığa gidiyoruz ama
arada güneş, dünya, aşk, sevgi, nefret, şiddet gibi olgusallıkları da
duyumsamak önceliğine sahip olduk doğma olasılığı olup ta doğmamış yok hükmünde
olan diğer kardeşlerimize oranla. Atom altı parçacıklardan başlayıp atomdan
geçen ve bedenleşen yapımız aslında evrenle yaşıttır, hepimiz aslında 14.5
milyar yıl yaşındayız. Bu algı yaşam ve ölüm denen olguların aslında güzellik
ve kötülükle özdeş olmadığını sadece varsıllığıyla değerlendirilebilecek
yapılar olduğu anlamına ulaştırır bizi. Özce doğum da ölüm de korkulacak şeyler
değildir, ne ki gerçek anlamda insanlaşabilirsek eğer.
İLETİŞİM
Mail Adresim: mgorgulu27@yahoo.com
İstanbul Altınbaş Üniversitesi Bakırköy Kampüsü
Adres: Kartaltepe Mah. İncirli Cad. No:11 Bakırköy /
İstanbul
Tel: (0 212) 709 45 28 Faks: (0 212) 445 81 71
E-posta: info@altinbas.edu.tr
Tel: (0 212) 709 45 28 Faks: (0 212) 445 81 71
E-posta: info@altinbas.edu.tr
6 Ağustos 2018 Pazartesi
GEÇMİŞ VE BEN
O atalarım ki kendi geleceklerini görmez
iken, işte şu anda, ben, onları ve onların geleceklerini kendim ve benim
geçmişim olarak görmeye başlarım. Onların geleceği şimdi benim. Onlar için
gelecek olan benim için geçmiş olmaya başlar. Onlara yaşama sevinci veren
gelecek heyecanı, benim hüzünlü dönencem olmaya başlar. Ama şimdi de benim
heyecan verici geleceğe ait düşüncelerim var. Tıpkı atalarım gibi. Benim gelecekteki
nesillerimin hüzünlü bir geçmişlerine dönecek olan heyecan verici, beni benden
alan geleceğim. O anda benim ama sadece benim olduğuna inandığım ama aslında
hiçte benim olmayan ve olmayacak olan geleceğim. Bir hüzündür kaplar bütün
benliğimi. Ve yarın olacak yaşayacağım ömrümün ilk günü. Ve ölene dek her
yarında hep yaşayacağım ömrümde bir ilki. Ama ya beraberinde gelecek olan o
hüzün. Nereye koyarım ben o dayanılmaz hüznün dayanılmaz varlığını. Nasıl baş
ederim ben onunla?
Heyhat hayatın ta kendisi değil midir
hüzün. Hayat, sevgili, kendin ve o muhteşem sevgin fırsat kollarlar seni üzmek
için. Hayatın anlamı üzerine yaptığın ve yapacağın muhteşem yorumlar hazır
beklemektedirler seni üzmek için. Üzüntünün o derin girdaplarında seni boğmak
için. Üzülerek yarı yarıya ölümü hisseden insanın ruhu, ancak üzüldüğü zaman
hisseder kendisinin kendisi olduğunu. Kim var ki bu dünyada yaşarken ölümün ne
olduğunu merak etmesin, ölümü deneyip geri dönmek istemesin. İstemez miyiz
ölelim de sonra geri dönelim bu hazin dönencelerin olduğu dünyaya. Hüzün yarı
yarıya ölümdür ve ölüm, iki misli hissedilmiş hüzünlü bir dönencedir. Nasıl
insan doğduğunda geleceği anımsatır, gençliğinde döl kokarsa, öldüğünde de
hüznü anımsatır her şeye. Her insan yaratır kendi hüzünlü dönencesini
bu özgür dünyada. Özgürlüktür ki bize sağlar kendi hüznümüzü yaratma hakkını. Herkes
kendi üzüntüsünü kendi öyküsünü yaşar bu dünyada.
Ah özgürlük ne muhteşem duygusundur ki
yaşatır ve tattırırsın bize hüzünlü olmanın ne demek olduğunu. İyi ki varsın ah
o hüzün dolu özgürlük. Sensiz dünya ne karamsar olurdu kim bilir? Sen ve hüzün
beraber yaşatıyorsunuz bize o var olan dayanılmaz hüznün özgürlüğünü ve beni
ben yapan o dayanılmaz ben olma duygusunu.
BEN VE ONLAR
-“Geçmişe sesleneceğim,
başlangıcın çok ötesine,
ve onlara (atalarıma) yalvaracağım
karar gününe
yardımıma gelmeleri için.
Geçmişe uzanacağım ve
onları içime çekeceğim.
Ve onlar gelmeliler,
çünkü geçmişte var olmalarının
tüm nedeni,
Şu anda benim.”DÜŞÜNSEL EVRİM TARİHİNDE ATATÜRK’ÜN YERİ
1784'le Immanuel Kant şöyle yazıyordu
"Aydınlanma, insanın, kendi aklını bir başkasının
kılavuzluğu olmadan kullanamayışı durumundan kurtulmasıdır İnsanların çoğu
ergenliğe erişip akıllarını, tembellikten ya da korkaklıklarından kendileri
kullanmak istemezler. Bu yüzden birileri, bu gibileri gözetmeyi bellerler; bu
gibileri hayvan güdüyorlar gibi, önce aptallaştırırlar, kapatıldıkları
yerlerden çıkmalarını şiddetle yasaklarlar; tek başlarına yürümeye
kalkışırlarsa başlarına gelecek tehlikeleri onlara anlatırlar. Ayrıca yasalar
ve mevzuat, ergin olmayı-aklını kendisi kullanmayı sürekli engeller. Bu
nedenlerden kendi başına, güvenle yürüyebilen pek az kişi vardır Oysa
aydınlanma için, özgürlükten başka bir şey gerekmez. Ne var ki, dört bir yandan
'düşünmeyin' diye bağırıyorlar. Subay,”Düşünme, talimini yap”; Papaz, ”Düşünme
İnan” ;maliyeci, 'Düşünme öde' diyor. Oysa, aklın kamu önünde kullanılması
özgür olmalı. Aydınlanma böyle sağlanabilir. Hiçbir dönemin, kurumun
kendisinden sonraki dönemin bilgilerini genişletmemesi, insanların
aydınlanmada ileri gitmemesi için sözleşmeler yapamaz."
18 yy 'da Diderot, d'Alambert, J.J Rousseau, Voltaire gibi
düşünürler şu noktada birleşiyorlardı ki, düşünmenin, vicdanın ve kalemin
özgür olması, bilimin ilerlemesi için çok gereklidir ve sosyal ilerlemeyi
sağlayacak tek araç bilimdir.
Günümüzde Atatürk’e yönelik saldırılar artmıştır. Bu artışta
ilginç olarak kendilerini ilerici görenlerde yer almaya başlamıştır. O’nun
misyonunu doldurduğunu, şimdi ise başka bir dönemin yaşandığını, yeni
arayışlara girmek gerektiğini söyleyenler var. Kemalizm’in, Atatürkçülüğün bir
ideoloji olmadığını olamayacağını, kaldı ki ideolojilerin ömürlerini
tamamladığını savunanlar var.
Bu yazının amacı düşünsel evrim tarihinde Atatürk’ün nereye
konulması gerektiğini tartışmaya açmaktır. İnsanoğlu hayatta kalmaya çalışırken
zaman içinde sadece mekaniksel eylemlerin yetmediğini bu arada dünyayı da
tanımanın şart olduğunu, soyut kavramlar dünyasının yaratılması gerektiğini
anlamıştır.Bu durum düşünsel evrimin başlangıcını oluşturur. İşte bu noktadan
itibarendir ki insan doğayı tanımak ve ona hükmetmek için çeşitli mekanizmalar
geliştirmeye başlamıştır. Bu da günümüz insanın ulaştığı teknolojik devrimlerin
oluşumunu sağlamıştır. Doğayı kendi istediği şekilde değiştirme gücüne sahip
tek canlı insandır. Doğaya meydan okuma ve onu değiştirmenin yolu sadece
bedensel güce değil ama aynı zamanda düşünsel güce de bağlı olmuştur ve bu
bağlılık günümüzde de halen devam etmektedir. İnsanlığın teknolojik devrimi
oluşturabilmesinin gerisinde 100 bin yıllık insan düşüncesinin evrimsel
gelişimi söz konusudur. Düşünsel evrimsel sıçramaların kökeni bugün Doğu diye
adlandırdığımız topraklardır. Nedenleri ve ne derece doğru olduğu tartışmaya
açık olmakla birlikte daha sonra Doğu’nun düşünsel evrimsel gelişime olan
katkılarının sürdürülebilirliği kesintilere uğramıştır. Bu da günümüzde doğu
batı arasındaki gelişmişlik farkının en önemli nedenidir. Bunun aşılması için
bazı ideolojik açılımlar yapılmaya çalışılmıştır. Ancak bu ideolojilerin batı
kaynaklı olması ve batının özelliklerini taşıması nedeniyle Doğu’da bu
açılımlar başarısızlığa uğramış ve yakın tarihimizde gördüğümüz gibi hepsi
çökmüştür. Doğada boşluk olamayacağı gerçeği düşünsel boyutta da harekete
geçmiş yıkılan ideolojilerin yerini milliyetçilik kökten dincilik akımları
doldurmaya başlamıştır.
Düşünsel evrimsel tarihi oluşturan her düşünce insanlık
üzerinde olumlu veya olumsuz bir etkiye sahip olmuştur. Kimileri unutulmuş
kimileri de günümüzde hala yaşamaya devam etmektedir. Süreklilikte en önemli
etken o düşünce biçiminin gelişmeye açık olması genel insan karakterine ve
özelliklerine uyum göstermesidir. Genel kabul görmüş düşünce sistemleri çıktığı
an için geçerli olan ve o dönemdeki maddi şartlara uyumluluk gösterdiği ölçüde
doğru olan kavramlar dünyasıdır. Sürekliliği kesin değildir. İnsanoğlu devrimci
adımlarını önce düşünsel alanda sonra doğasal alanda gerçekleştirmiştir. Yani
önce düşünsel sonra mekaniksel devrim. Düşünsel devrimde önemli olan bu
düşüncelerin yaratılması ve insanlığın önüne konulmasıdır. Her insan ve
toplumsal yapı kendine uygun olduğuna inandığı düşünceyi üretir. Batı kaynaklı
düşünsel üretimlerin doğuya uyarlanmasında karşılaşılan başarısızlıkların
kaynağı bunların oluştuğu şartların Doğu’da bulunmamasıdır. Kendi doğrularının
evrensel ve mükemmel olduğuna inandıkları ve bunların dışında doğruların
olamayacağını, olursa bunu da kendilerinin yaratabileceğini düşündüklerinden
doğunun uyumda sorun çıkarmasını anlamamakta ve ilkellik, gerilik, düşüncesizlik
vs. olarak adlandırmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk ise yaşadığı toprakların ve insanların
özelliklerine uygun olan düşünsel devrimi gerçekleştirmiştir. Elbette batı
kaynaklı düşünsel değerlerden yararlanmıştır. Batı da düşünsel değer yaratma
aşamasında doğu kökenli düşünsel değerlerden yararlanmamış mıydı? Benzer
şekilde Atatürk’te yararlanmıştır. Bugün tüm saldırılara rağmen Atatürk’ün
düşünsel alanda gerçekleştirdiği devrimlerin devamının sağlanmasında halkının
özelliklerine hakim olması, insanlık tarihinin ve çağının özelliklerini iyi kavraması
en önemli etkenlerdir. Kemalizm’i klasik ideolojilerle aynı kefeye koyarak
suçlayanların en azından şu söze dikkat etmeleri gerekir:
“Öğretmenler, Cumhuriyet sizden irfanı hür, fikri hür
nesiller ister”
Hangi klasik ideolojide bu tarzda bir düşünsel çıkış vardır.
Yoktur. Kim vicdanı hür, fikri hür nesil ister. Hür nesil istemek özgür düşünce
demektir. Hangi ideolojik yapılanma buna izin vermiştir ki kendisinden başka
doğru bir ideolojinin olmadığını söylerken? Atatürk sosyal alanda mutlak
geçerli kuralların az olduğunu değişken kuralların ise çok olduğunu bilen ve
gören bir dehaydı. Sözlerinden bunu çok iyi özümsediğini görmek mümkündür. Bu
da çağın mazlum toplumlarında derin etkilere yol açmıştır. Mazlum toplumların
insanları herhangi bir baskı olmaksızın bu büyük İnsan’ın resimlerini evlerinin
bir köşesinde taşıyorlarsa bunun bir anlamı olması gereklidir. Bu da Atatürk’ün
düşünsel devriminin evrenselliğini, düşünsel evrim tarihinde önemli yer tutan
kişiler kadar hatta daha da ileri olarak bir devletin doğmasını sağlayacak
kadar önemli bir şahsiyet olduğunu gösterir. Atatürk’ün düşünsel devrimi tüm
dünyanın olumlu ilgisini çekecek kadar değerli ,evrensel ve bir o kadar da
büyüktür. Adının Atatürkçülük, Kemalizm olması veya olmaması küçük bir
ayrıntıdır. Ama bu devrimci açılımın da bir adının olması gereklidir. Kemalizm,
Atatürkçülük deyimleri Türk Devrimi’nin ideolojik yapısını göstermek için
söylenegelmiştir. Türk Devrimi Tarihte ilk olarak hem Ulusal Bağımsızlığın
kazanılmasında Emperyalist güçlere karşı savaşım verip bunu kazanmış, hem de
düşünsel alanda yenilikçi açılımı sağlayıp tümden Batı kaynaklı olmayan kendine
özgü yeni bir Düşünsel devrim yaratmıştır. Bu yönüyle tarihteki yerini almıştır
almaya da devam edecektir.
Akıl özgürlüğünü, bilme etkinliği olarak yaşar. Aklın
bilgilenme düzeyi yükseldikçe insan bağımsızlaşır ve gerçek insan olur.
Akıl, özgürlüğünü yaşayarak bilgilenmiş, bilgilendikçe
yaşamda kalmasını sınırlayan, kendisini bağımlı kılan doğal ve toplumsal
sınırlamaları, yaşamda kalma olanaklarını genişletmiştir. Yaşamda kalma
olanaklarını genişlettikçe insan bağımsızlaşmıştır.
Bağımsızlık, aklın özgürlüğünün doğa-insan ve insan-insan
ilişkileri içindeki etkinliğidir.
Özgürlük bilgiden değil, bilgi özgürlükten doğar.
Kölelik zincirleriyle efendilere bağlanmış Spartacus'ü
Roma'ya isyan ettiren, ülkesi yabancı güçlerce işgal edilmiş Mustafa Kemal
Atatürk’e "ya bağımsızlık ya ölüm" dedirten, onların akıllarının
özgürlüğünden başka bir şey değildi.
İşte bu üstün değerlere sahip olana Yüce Atatürk için 27 Kasım
1978 yılında yapılan UNESCO’nun 30. genel kurulunda 156 ülkenin oybirliği ile
1981 yılının Atatürk Yılı olarak kutlanmasına karar verilmiştir. Kararda şöyle
denmektedir:
Uluslar arası anlayış ve barış için çaba harcamış üstün bir
kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk
önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında
hiçbir renk,din,ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu.
Bunlara daha başka ne eklenebilir ki? Ama günümüzde bazıları
çeşitli isimler altında bütün dünyanın böylesine tanımladığı eşsiz insan
Mustafa Kemal Atatürk’ü eleştirmek için gayret gösteriyorlar.
Ama bu gayretleri hep boşa çıkacaktır. Çünkü Atatürk
sadece Türkiye Cumhuriyetine değil tüm dünyaya mal olmuş bir dehadır. Burada
önemli olan eleştirmek değil daha iyi anlamaya çalışmaktır. Bilimsel
Atatürkçülüğü geliştirmektir. Nasıl ki zamanında dünyanın çeşitli ülkelerinde
sıradan insanların evlerinde resmi varken ve tüm dünyanın örnek aldığı bir
insanken, bizler de günümüzün Atatürkçüleri yüce önderin öğretileri ışığında
ülkemizi yine dünyanın saydığı saygın ve örnek alınacak bir ülke konumuna
getirmek zorundayız. Bunun için de önderimiz Atatürk rehberimiz
Atatürkçülüktür. BUYURGAN DESPOTİK ANLAYIŞ VE ETKİLERİ
Devrimci alternatiflerle tanışmamış, bundan yoksun
olan kitleler, toplumsal demokrasi kendilerini hayal kırıklığına uğrattığında
tutucu yapıya dönerler. Bu kitleler durumlarının kötü olmasının sorumluluğunu
içinde yaşadıkları toplumsal demokraside ararlar. Bunun sonucu ise tutucu
eğilimlerin güçlenmesi, yani faşizmdir. Faşist yapılanma hem sosyal
örgütlenmede, hem de dinsel alanda olur. Toplumsal altüst oluşlar, yönetsel ve
dinsel algılamalarda tutucu yapının güçlenmesine yol açar. Alternatif
yöntemlerin de olabileceğinden habersiz kitleler, içinde bulundukları sistemin
daha da tutucu hale gelmesini istemekten başka şansa sahip değillerdir. Toplum
içerisinde kişiliksiz ve adsız yaşam sürdüren bireyler, kendilerini ifade
edebilmek için buyurgan önder ihtiyacı içine girerler. Bunu fark eden buyurgan
nitelikli kişiler de bu bireylerin efendiliğine atlamak için uygun fırsat
kollarlar, fırsatlar çıktığı anda da efendilik statüsüne yükselirler. Fırsatın
çıkmadığı durumda ise, o fırsatı yaratmak için provokatif eylemlere girişirler,
toplumun gizemli ve dinsel yapısına aşırı vurgular yaparlar, geleneksel yapının
ve ailenin yüceltilmesi kavramlarını sık sık kullanmaya başlarlar. Despotik,
buyurgan nitelikli kişiler adsızların, ötekileştirilmişlerin efendisi olmayı
sürdürmek için, bunlara kendi yarattığı dünyanın kurallarına uygun kişilik
yapısı dayatırlar. Böylece adsız ve ötekileştirilmişler, sözde kendilerini
ifade edecek ortamı yaratan önderlerine sıkı şekilde bağlanır ve onunla
özdeşleşirler. Bu özdeşleşme o kadar ileri derecelere götürülür ki, önder ve
onun buyurgan, despotik yönetim anlayışına yapılacak en küçük eleştiriye bile
tahammül gösterilmez ve eleştiri sahibi imha edilmeye çalışılır. Eleştirinin
kendisi ötekinin toplumsal durumunu vurgular, ancak öteki bununla yüzleşmek
istemez. Nasıl istesin ki, toplum içinde bir adsız olarak yaşamaktadır ve
önderden kopuş yine adsız, ötekileştirilmiş dünyaya dönmek demektir.
Karşıtlarına karşı gösterilen saldırgan davranışın temelinde bu yatar. Köleleştirilen
adsız ve ötekileştirilmişler buyurgan ve despotik öndere bağımlılığa
katlanabilmeleri için, buyurgan, despot onlardaki bağımsız düşünme, kendi
kişiliğini bağımsız olarak geliştirme bilincini bastırmak için elinden gelen
her şeyi yapar. Örneğin kadına örtünmenin ilahi bir buyruk olduğunu vurgular,
böylece hem fiziksel hem de düşünsel tesettürü sağlamaya çalışır. Kadının
düşünen, yaratan, eleştiren, üreten bir varlık değil, sadece çocuk doğurmak
için yapılandırıldığına ve böylece erkek efendinin bir kölesi olduğuna
inandırılmaya çalışılır. Analığın ülküleştirilmesi, göklere çıkarılması,
ama aynı zamanda kadının dört duvar arasında esir olarak tutulmaya çalışılması
arasındaki çelişki işte burada yatar. Buyurgan ve despot için kadın, erkeğin
türünün devamını sağlamanın ve evlenerek gittiği ailenin kölesi olmanın dışında
başka bir şey değildir. Çünkü kadına açıkça ve resmen düşünme ve özgür davranma
hakkını tanımak, tüm buyurgan, despot öğreti yapının gümbür gümbür çökmesine
yol açar. Despotik ve buyurgan devlet kendi korumasını sağlamak için aynı
özelliklere sahip bireylere ihtiyaç duyar. Bu amaçla kendi öğretilerine uygun
aile yapısını oluşturmaya ve onu desteklemeye başlar. Böylece kendi despotik ve
buyurgan yapısını savunacak köleleştirilmiş bireylerden savunma hatları
oluşturur. Bu kişiliklerden despotik ve buyurgan öğretinin yılmaz savunucuları
ortaya çıkar. Bu yılmaz savunuculara tek görev verilir: gerici düzenin düşmanı
olarak görülen özgür akla sahip yurttaşların ezilmesi. Buyurgan despotik
yönetim, yılmaz savunucular elde etmek amacıyla kalabalık ailenin mutluluğu
öğretisini işlemeye başlar. Böylece sürekli yeni kuvvetler elde etmeyi garanti
altına almaya çalışır. Burada kadına çok çocuk doğurma görevini verir. Böylece
kadının insan olma işlevi değersizleştirilir ve kadın buyurgan, despotik
yönetimin sürdürülmesi için çocuk üretim makinesine
dönüştürülür. Buyurgan, despotik anlayış için ülküleştirilmiş annelik
kavramı geliştirilir. Diyalektiğin özü gereği bunun karşısına da kötü örnek
olarak düşünen, üreten, sorgulayan kadın konur. Buyurgan, despot için bu
kadınlar arasında ayırım yapmak çok önemlidir. Buyurgan, despot sokak kızı
olarak gördüğü devrimci, üretici, düşünen, sorgulayan kadın varlığından şeytan
görmüşçesine ürker ve onları bedenini satan iğrenç varlıklar olarak görür. Buyurgan,
despot için kadın, erkeğin kölesi olmayı kabullenmiş ve görevi sadece erkeğin
neslini sürdürmek olan bir yaratıktır, kadın onlar için bir insan bile
değildir. Buyurgan, despot kendi istediği özelliklere uygun kadın profili
görürse, örneğin başörtüsünü savunma amaçlı eylem yapan kadınlar gibi, onların
kılına dokunmaz. Kadını daha da kişiliksizleştirecek gerici başkaldırmaları
gördüğünde ise onlara müdahale etmez, tam aksine onları destekler ve örneğin
düzenin koyduğu gösteri yasağına aykırı davransa bile gayet nazik davranışlarda
bulunur. Ancak sokak kızı olarak gördüğü ve insan olarak değerlendirmediği,
bağımsız ve kendi kişiliğine sahip olan kadınların daha fazla özgürlük
istemelerini kendi buyurgan, despot yapısına ciddi bir saldırı olarak görür ve
en küçük hak talebini bastırmak için en vahşi yöntemleri uygulamaktan kaçınmaz.
Bunun neden yapıldığı sorusuna ise aile ve ülkenin birliğini, ahlakını,
namusunu korumak için diye cevap verir. Temel amaç sadece ve sadece doğurmak
için koşullandırılmış, köle zihniyetli kadın yaratmaktır. Bunu yaparken de
kadının çocuğu hangi şartlarda doğurmak istediği, nasıl yetiştirmek istediği,
kaç çocuk sahibi olmak istediği gibi en basit insani sorularına cevap vermez,
aksine bunlarda dahil tüm konularda kuralları kendisi koyar. Kadının her alanda
mutlak özgürlük kazanması, buyurgan, despot devlet ve aile yapısının
önündeki en önemli tehlikedir. Bunun bilincinde olan buyurgan,
despot gizemci ve gerici ilahi düşünceler ve savunmalar yaratarak kadının
bilinçlenmesini engellemeye çalışır. Kadına karşı bu davranış içinde olan
buyurgan ve despotik anlayış, özgür kadını savunan erkekler için de cehennem
yaratmayı kendine bir görev bilir. Özellikle üniversite öğrencisi bunlar için
en büyük tehlikelerden birini oluşturur. Üniversite evrensel düşünmenin
merkezidir. Özgür akıl özgür eğitimde, özgür üniversitelerde gelişir. Buyurgan
despot bu amaçla özellikle üniversiteleri ele geçirmeye çalışır. Çünkü bunların
en büyük düşmanı özgür ve gelişmiş akıldır. Buyurgan ve despot anlayış özgür
akıl karşısında küçülür, küçülür bir noktaya dönüşüp hiçleşir. Hiçleşmenin
cendresine düşmüş çırpınan buyurgan, despot yapı için özgür akıldan daha
büyük düşman olur mu? Despotik ve buyurgan anlayış, toplumsal
yapının kendi gerici akıllarına uygun olmasını sağlamak için sürekli büyüleyici
kelimeler olan demokrasiden, özgürlükten, daha iyi bir gelecekten bahseder. Bu
düşüncelerle halkın karşısına geçer ve istedikleri gerici değişiklikler için bu
büyüleyici kelimeleri kullanarak halkın oyunu alır, sonra da kendi gerici
yapılarına uygun buyurgan, despot yapının inşasına girişir.
Bu, buyurgan, despot yapı içinde yetişmiş olan bireyler ise buyurgan,
despot devlet için en iyi savunma örgütünü oluştururlar. Eski solcu
olup sonradan tatlı su demokratları olanlar ise buyurgan, despot iktidarın
yanlışları karşısındaki şaşkınlığa düşerler. Bunlar, iktidarın toplumsal
demokrasiyi savunduğunu zannederler, ancak toplumun ve iktidarın sosyo-kültürel
içeriği konusunda bilgisiz olduklarından buyurgan, despot iktidarın vahşi
uygulamaları karşısında dillerini yutarlar. Örneğin başörtüsü konusunda
demokrasiden, özgürlükten bahsederek oluşturdukları savunma anlayışını,
demokratik eleştiri haklarını kullanmak isteyen üniversite öğrencilerine karşı
güvenlik güçlerince uygulanan vahşi saldırılar karşısında gösteremezler.
Göstermeleri de beklenemez. Mistik, buyurgan, despot yapıda olanlar bu
despotik, vahşi uygulamalar karşısında derin bir oh çeker, ancak tatlı su
demokratları ise şaşkın ördek gibi aptal aptal ortalıkta dolaşır ne
diyeceklerini şaşırırlar. Ne diyelim hayatın mutat akışı içinde rastlanan ve
böyle giderse de rastlanacak olan doğal davranış şekilleridir bunlar.
BOTOX UYGULAMALARI
BOTOX UYGULAMALARI HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
KIRIŞIKLIKLAR NASIL OLUŞUR?
Çeşitli mimik hareketleriyle yüzdeki bazı kaslar sürekli olarak kasılır. Bu kasılmaların olduğu bölgelerde zamanla kırışıklıklar ortaya çıkar. Zamanla cildin hücre yapımız azalır, kollajen ve elastik liflerde azalma meydana gelir. Buna eklenen sürekli mimik hareketleri yüzde kırışıklılarla neden olur.
BOTOX (BOTULINUM TOKSİNİ) NEDİR VE NASIL ETKİ GÖSTERİR?
Botulinum toksin ,"Clostridium botulinum" isimli gıda zehirlenmesine neden olan bir bakteriden elde edilen arıtılmış A tipi bir toksini içerir. Bu toksinin tıpta kullanılan piyasa ismi Botox’tur. Botox, kas hareketlerini sağlayan sinir iletisini geçici bir süre durdurarak kasları gevşetir ve kaslar geçici olarak kasılma güçlerini kaybederler. Kasın kasılmaması, kasın üzerine kaplayan cildin daha pürüzsüz ve gergin görünmesine neden olur. Böylece yüz ifadesi daha dingin ve daha rahat bir görünüme kavuşabilmektedir.
Yüz kaslarımızın sürekli çalışıyor olması, kırışıklıkların ve duygusal ifadelerin yoğunlaştırdığı hat ve çizgileri oluştururlar. Botox enjeksiyonları mimik kasları denilen çok ince ve yüzeysel kaslara giden sinir uyarılarını bloke ederek, kasılıp-gevşeme hareketini sınırlar. Bu kasları gevşetir. Botox uygulanmayan diğer kaslar Botox etkisine maruz kalmazlar ve böylece yüzdeki ifade değişmez.
BOTOX (BOTULINUM TOKSİNİ) GÜVENLİ MİDİR?
2002 yılında Amerikan Gıda ve İlaç yönetimi Kurumu (FDA) tarafından kozmetik kullanımına onay verilmiştir. 18-65 yaş arası herkese güvenle uygulanabilir. Tedavi sonrasında geçici yan etkiler görülebilir, Bunlar kızarıklık, baş ağrısıdır. Baş ağrısı yan etkisine rağmen ironik olarak Botox, migren ve baş ağrısı tedavilerinde de uygulanmaktadır. Genel olarak herkese uygulanabilir ama hamile olanlar ve kas hastalıkları olanlar Botox işlemi yaptırmamalıdır.
BOTOX UYGULAMASI NASIL YAPILIR?
Her hastanın tedavisi kendi kas yapısına ve cilt özelliklerine göre planlanır. Botox uygulanacak bölge lokal anestezi kremiyle uyuşturulur. 15-20 dakika beklenir. Botox uygulanacak alan temizlendikten sonra ince uçlu iğnelerle kas içine küçük dozlarda enjekte edilir. Enjeksiyon 10-15 dakika süren bir işlemdir.
KOZMETİK AMAÇLI BOTOX KULLANIM ALANLARI NELERDİR?
Alın çizgileri, kaş arası çizgileri, göz çevresi kırışıklığı, kaş kaldırma, burun etrafında oluşan kırışıklıklar, üst dudak kırışıklıkları, üzüntü çizgileri, diş eti gülümsemesi, boyun çizgileri. Botox ayrıca etkili olmasından dolayı bölgesel olarak koltuk altı, el ve ayak terlemelerinde de kullanılmaktadır.
BOTOX UYGULANMASI SONRASI ETKİLER NE ZAMAN ORTAYA ÇIKAR?
Uygulamadan 3-7 gün sonra etkisi görülmeye başlar. 10-14 gün içerisinde etkisi daha net olarak görülür. Hasta 10 gün sonra kontrole çağrılır. Etkisi, kişiden kişiye değişmek üzere 4-6 aya kadar sürmektedir.
KIRIŞIKLIKLAR NASIL OLUŞUR?
Çeşitli mimik hareketleriyle yüzdeki bazı kaslar sürekli olarak kasılır. Bu kasılmaların olduğu bölgelerde zamanla kırışıklıklar ortaya çıkar. Zamanla cildin hücre yapımız azalır, kollajen ve elastik liflerde azalma meydana gelir. Buna eklenen sürekli mimik hareketleri yüzde kırışıklılarla neden olur.
BOTOX (BOTULINUM TOKSİNİ) NEDİR VE NASIL ETKİ GÖSTERİR?
Botulinum toksin ,"Clostridium botulinum" isimli gıda zehirlenmesine neden olan bir bakteriden elde edilen arıtılmış A tipi bir toksini içerir. Bu toksinin tıpta kullanılan piyasa ismi Botox’tur. Botox, kas hareketlerini sağlayan sinir iletisini geçici bir süre durdurarak kasları gevşetir ve kaslar geçici olarak kasılma güçlerini kaybederler. Kasın kasılmaması, kasın üzerine kaplayan cildin daha pürüzsüz ve gergin görünmesine neden olur. Böylece yüz ifadesi daha dingin ve daha rahat bir görünüme kavuşabilmektedir.
Yüz kaslarımızın sürekli çalışıyor olması, kırışıklıkların ve duygusal ifadelerin yoğunlaştırdığı hat ve çizgileri oluştururlar. Botox enjeksiyonları mimik kasları denilen çok ince ve yüzeysel kaslara giden sinir uyarılarını bloke ederek, kasılıp-gevşeme hareketini sınırlar. Bu kasları gevşetir. Botox uygulanmayan diğer kaslar Botox etkisine maruz kalmazlar ve böylece yüzdeki ifade değişmez.
BOTOX (BOTULINUM TOKSİNİ) GÜVENLİ MİDİR?
2002 yılında Amerikan Gıda ve İlaç yönetimi Kurumu (FDA) tarafından kozmetik kullanımına onay verilmiştir. 18-65 yaş arası herkese güvenle uygulanabilir. Tedavi sonrasında geçici yan etkiler görülebilir, Bunlar kızarıklık, baş ağrısıdır. Baş ağrısı yan etkisine rağmen ironik olarak Botox, migren ve baş ağrısı tedavilerinde de uygulanmaktadır. Genel olarak herkese uygulanabilir ama hamile olanlar ve kas hastalıkları olanlar Botox işlemi yaptırmamalıdır.
BOTOX UYGULAMASI NASIL YAPILIR?
Her hastanın tedavisi kendi kas yapısına ve cilt özelliklerine göre planlanır. Botox uygulanacak bölge lokal anestezi kremiyle uyuşturulur. 15-20 dakika beklenir. Botox uygulanacak alan temizlendikten sonra ince uçlu iğnelerle kas içine küçük dozlarda enjekte edilir. Enjeksiyon 10-15 dakika süren bir işlemdir.
KOZMETİK AMAÇLI BOTOX KULLANIM ALANLARI NELERDİR?
Alın çizgileri, kaş arası çizgileri, göz çevresi kırışıklığı, kaş kaldırma, burun etrafında oluşan kırışıklıklar, üst dudak kırışıklıkları, üzüntü çizgileri, diş eti gülümsemesi, boyun çizgileri. Botox ayrıca etkili olmasından dolayı bölgesel olarak koltuk altı, el ve ayak terlemelerinde de kullanılmaktadır.
BOTOX UYGULANMASI SONRASI ETKİLER NE ZAMAN ORTAYA ÇIKAR?
Uygulamadan 3-7 gün sonra etkisi görülmeye başlar. 10-14 gün içerisinde etkisi daha net olarak görülür. Hasta 10 gün sonra kontrole çağrılır. Etkisi, kişiden kişiye değişmek üzere 4-6 aya kadar sürmektedir.
Detaylı bilgi için
mail adresi: mgorgulu34@gmail.com
Tel: 0212 660 22 01
ÖZGÜR AKIL ÜZERİNE
1784'le Immanuel Kant şöyle yazıyordu
"Aydınlanma, insanın, kendi aklını bir başkasının
kılavuzluğu olmadan kullanamayışı durumundan kurtulmasıdır İnsanların çoğu
ergenliğe erişip akıllarını, tembellikten ya da korkaklıklarından kendileri
kullanmak istemezler. Bu yüzden birileri, bu gibileri gözetmeyi bellerler; bu
gibileri hayvan güdüyorlar gibi, önce aptallaştırırlar, kapatıldıkları
yerlerden çıkmalarını şiddetle yasaklarlar; tek başlarına yürümeye
kalkışırlarsa başlarına gelecek tehlikeleri onlara anlatırlar. Ayrıca yasalar
ve mevzuat, ergin olmayı-aklını kendisi kullanmayı sürekli engeller. Bu
nedenlerden kendi başına, güvenle yürüyebilen pek az kişi vardır. Oysa
aydınlanma için, özgürlükten başka bir şey gerekmez. Ne var ki, dört bir yandan
'düşünmeyin' diye bağırıyorlar. Subay,”Düşünme, talimini yap”;Papaz,”Düşünme
İnan”;maliyeci, 'Düşünme öde' diyor. Oysa, aklın kamu önünde kullanılması özgür
olmalı. Aydınlanma böyle sağlanabilir. Hiçbir dönemin, kurumun kendisinden
sonraki dönemin bilgilerini genişletmemesi, insanların aydınlanmada ileri
gitmemesi için sözleşmeler yapamaz."
18 yy 'da Diderot, d'Alambert, J.J Rousseau, Voltaire gibi
düşünürler şu noktada birleşiyorlardı ki, düşünmenin, vicdanın ve kalemin
özgür olması, bilimin ilerlemesi için çok gereklidir ve sosyal ilerlemeyi
sağlayacak tek araç bilimdir.
Dünyada hüküm sürmekte olan despotik, baskıcı yönetim
biçimi düşünmeyin, itaat edin, ben sizin yerinize düşünürüm, sizin için en iyi
kararları ben veririm diye salvolar halinde saldırmakta. Evet genç beyefendiler
düşünmeyin, evet genç hanımefendiler itaat edin, despotik buyurgan yönetim
sizden düşünmenizi, üretmenizi, en basit hak istemelerinizi yasaklıyor. Çünkü
sadece onlar düşünür, sadece onlar güzel geleceği düşlerler. Onlar sizin
yerinize düşünür, gerekeni yaparlar. Çünkü gelecek sizlerin değil, eski hafıza
sahibi despotik, baskıcı, gerici yönetimindir. Çünkü sizler gelecek değilsiniz,
çünkü siz yarın bu dünyanın sahibi olmayacaksınız, çünkü siz yeni hafıza sahibi
değilsiniz, çünkü onlar ölünce de sizleri yönetmek istiyorlar. Evet doğru
bizleri ölüler yönetir. Kadim atalarımızın geçmişte var olmalarının bugünkü
nedeni bizleriz. Onlar biz bugün yaşayalım diye geçmişte var oldular. Bugünün
despot yöneticileri de gelecekte var olmak için despotik, gerici, baskıcı
nesiller üretmek istiyorlar. Ama tarih yanılmaz. Bugün teknolojik gelişmenin
nimetlerinden yararlanıyorsak bunun nedeni geçmişte despotik, gerici, baskıcı,
faşist anlayışlara karşı savaş vermiş ilerici, devrimci, dönüşümcü atalarımızın
varlıklarıdır. İyi ki onlar geçmişte vardı. İyi ki yobazlara karşı canları
pahasına ilerlemeyi, dönüşümü, devinimi savundular. İlerici kadim atalarımız
olmasaydı bugün sahip olduğumuz bilimsel ilerlemelerin zerresine bile sahip
olamazdık. Onlar hurafelerden arındırılmış, merakın muştuladığı özgür akıllara
sahiptiler. Evet genç arkadaşlarım özgür aklın peşinde koşun. O özgür akıldır
ki bizi tam bağımsız, özgür kılacak, insan ama gerçek insan olduğumuzu
hissettirecek yapıdır. Unutmayın hepimiz en az 50 milyar olasılıktan birisi
olarak bu güzelim dünyayı yaşıyoruz. Geri kalan milyarca olasılığın önüne
geçerek varlık kazanmış insansal bedenimiz ve aklımızla güneşin aydınlığını,
ayın ışıltısını, doğanın muhteşemliğine şahit oluyoruz. Bizim yerimize doğma
ihtimali olan milyarlarca olasılık varlık bile kazanamadan yok oldular. Onları
bizler temsil ediyoruz. Eğer insan olduğumuza inanıyorsak gerçek insan gibi
olmalıyız. Özgür aklın peşinde koşan, sorgulayan, araştıran, evrimci, devrimci
aklı hizmete sokmak zorundayız. İnsan özgür ve yaratıcı aklı ile insan olur.
Geçmişin gerici, yobazlarının temsilcileri ne yazık ki günümüzde de
varlıklarını sürdürüyorlar, sürdürmek istiyorlar. Ama gelecek, tarihinde
gösterdiği gibi, onlar tarafından değil ilerici evrimci, devrimci gençler
tarafından şekillendirilecektir.
Siz dersinize çalışın diyorlar, konuşmayın, protesto
göstermeyin diyorlar. Sizin kendi sorumluluklarınızın bilincinde olmayan
kuklalar olduğunuzu vurgulamaya çalışıyorlar. DÜŞÜNMEYİN, İTAAT EDİN diye avazı
çıktığı kadar bağırıyorlar. Siz insanlaşma sürecinde üzerinize düşen
ödevleriniz yapın. Araştırın, sorgulayın, özgür aklın gelişimi için taze güçler
olarak her türlü desteği verin. Ama sakın şiddet uygulayarak kendi
haklılığınızı göstermeye çalışmayın. Despotik, baskıcı yönetimlerin özgür akıl
savunucularından istediği tam da budur, ŞİDDET. Şiddet özgür aklın kullanacağı
yöntem değildir. Giardino Bruno, Galileo Galilei, Albert Einstein, Charles
Darwin, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rumi şiddetten uzak, özgür aklın
savunucusu olmuşlardır. Bu ve benzeri büyük insanların sayesinde uygarlığın tüm
nimetlerinden yararlanıyoruz. Bize miras kalan bu nimetleri daha da ileri
götürüp gelecek nesillere daha iyi bir dünya sağlamak zorundayız. Bunun yolu
sorgulayan, araştıran özgür akıldan geçer. Siz bakmayın despotik, baskıcı
yönetimlerin söylemlerine. Dünya onların istediği gibi olsaydı insanlık tarihi
olmazdı. Tarihi yaratan insandır, ama gerçek insan. Tarihin süreğenliği,
evrimin temel amaçlarından biri olan hayatta kalma stratejileri geliştiren
sadece ama sadece özgür akıl sayesinde olmuştur. Gericiliğin, bağnazlığın,
despotizmin tarihi acı, kan ve gözyaşı ile yazılmıştır. Özgür akıl, insanlığın
uygarlık yaratmasında temel belirteç olmuştur. Bağnaz bile bugün yaşam hakkı
buluyorsa onun da bu hakkını özgür akıl sağlamıştır. Ona kalsaydı kendi de
dahil hiçbir akıl yeryüzünde yaşam hakkı bulamazdı. Ne mutlu özgür akla sahip
olanlara, ne mutlu bizi insan yapan özgür akla sahip kadim atalarımıza.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)