8 Ağustos 2018 Çarşamba


Star Televizyonunda Yayınlanan 'Balçiçek İlter İle Olay Yeri Programı'ndan bir kesit

CEM TV, SAĞLIKLI HAYAT 31 MART 2017 MEHMET GÖRGÜLÜ

7 Ağustos 2018 Salı

Star Televizyonunda Yayınlanan 'Balçiçek İlter İle Olay Yeri' Programından
Star Televizyonunda Yayınlanan 'Balçiçek İlter İle Olay Yeri' Programından 
İstanbul Marmaray Kazısında Yaptığım Çalışmanın CNN Türk Televizyonunda Yayınlanan Haberi (4.20-5.18. Dakikaları Arasında)
Kırım Hanlığı Antik DNA çalışmamızdan.

VARLIĞIMIZIN AMACI

Dünyaya geliş nedenimiz ölüm değildir. Canlıları bekleyen kaçınılmaz son ölüm değil, doğaya yeniden karışmaktır. Doğanın değirmeninde öğütülüp yeni bir forma bürünmektir yaşam ve ölüm denen karşıt yapılar. Bu anlamda bakıldığında ölüm olgusu aslında evrene yabancı olan bir kavramdır. Ta ki evren gerçekten ölünceye kadar. Bizler atalarımızdan aldığımız genleri yeni nesile aktarmakla görevli ara formlar olarak dünyada bulunuyoruz. Yani asıl olan genetik miraslarımızın ölümsüzlüğü için yaşam denilen olguyu duyumsamaktır varlığımızın temel nedeni. Anne ve babamızın sahip olabileceği trilyonlarca olası çocuklar içinde bizim birinci gelmiş olmamız bir diğer çoşkulu süreçtir yaşam denilen garip duyumsamada. Karanlıktan geldik karanlığa gidiyoruz ama arada güneş, dünya, aşk, sevgi, nefret, şiddet gibi olgusallıkları da duyumsamak önceliğine sahip olduk doğma olasılığı olup ta doğmamış yok hükmünde olan diğer kardeşlerimize oranla. Atom altı parçacıklardan başlayıp atomdan geçen ve bedenleşen yapımız aslında evrenle yaşıttır, hepimiz aslında 14.5 milyar yıl yaşındayız. Bu algı yaşam ve ölüm denen olguların aslında güzellik ve kötülükle özdeş olmadığını sadece varsıllığıyla değerlendirilebilecek yapılar olduğu anlamına ulaştırır bizi. Özce doğum da ölüm de korkulacak şeyler değildir, ne ki gerçek anlamda insanlaşabilirsek eğer.

İLETİŞİM

Mail Adresim: mgorgulu27@yahoo.com

İstanbul Altınbaş Üniversitesi Bakırköy Kampüsü
Adres: Kartaltepe Mah. İncirli Cad. No:11 Bakırköy / İstanbul
Tel: (0 212) 709 45 28  Faks: (0 212) 445 81 71
E-posta: info@altinbas.edu.tr

6 Ağustos 2018 Pazartesi

GEÇMİŞ VE BEN

O atalarım ki kendi geleceklerini görmez iken, işte şu anda, ben, onları ve onların geleceklerini kendim ve benim geçmişim olarak görmeye başlarım. Onların geleceği şimdi benim. Onlar için gelecek olan benim için geçmiş olmaya başlar. Onlara yaşama sevinci veren gelecek heyecanı, benim hüzünlü dönencem olmaya başlar. Ama şimdi de benim heyecan verici geleceğe ait düşüncelerim var. Tıpkı atalarım gibi. Benim gelecekteki nesillerimin hüzünlü bir geçmişlerine dönecek olan heyecan verici, beni benden alan geleceğim. O anda benim ama sadece benim olduğuna inandığım ama aslında hiçte benim olmayan ve olmayacak olan geleceğim. Bir hüzündür kaplar bütün benliğimi. Ve yarın olacak yaşayacağım ömrümün ilk günü. Ve ölene dek her yarında hep yaşayacağım ömrümde bir ilki. Ama ya beraberinde gelecek olan o hüzün. Nereye koyarım ben o dayanılmaz hüznün dayanılmaz varlığını. Nasıl baş ederim ben onunla?
Heyhat hayatın ta kendisi değil midir hüzün. Hayat, sevgili, kendin ve o muhteşem sevgin fırsat kollarlar seni üzmek için. Hayatın anlamı üzerine yaptığın ve yapacağın muhteşem yorumlar hazır beklemektedirler seni üzmek için. Üzüntünün o derin girdaplarında seni boğmak için. Üzülerek yarı yarıya ölümü hisseden insanın ruhu, ancak üzüldüğü zaman hisseder kendisinin kendisi olduğunu. Kim var ki bu dünyada yaşarken ölümün ne olduğunu merak etmesin, ölümü deneyip geri dönmek iste­mesin. İstemez miyiz ölelim de sonra geri dönelim bu hazin dönencelerin olduğu dünyaya. Hüzün yarı yarıya ölümdür ve ölüm, iki misli hissedilmiş hüzünlü bir dönencedir. Nasıl insan doğduğunda geleceği anımsatır, gençliğinde döl kokarsa, öldü­ğünde de hüznü anımsatır her şeye. Her insan yaratır kendi hüzünlü dönencesini bu özgür dünyada. Özgürlüktür ki bize sağlar kendi hüznümüzü yaratma hakkını. Herkes kendi üzüntüsünü kendi öyküsünü yaşar bu dünyada.
Ah özgürlük ne muhteşem duygusundur ki yaşatır ve tattırırsın bize hüzünlü olmanın ne demek olduğunu. İyi ki varsın ah o hüzün dolu özgürlük. Sensiz dünya ne karamsar olurdu kim bilir? Sen ve hüzün beraber yaşatıyorsunuz bize o var olan dayanılmaz hüznün özgürlüğünü ve beni ben yapan o dayanılmaz ben olma duygusunu.

BEN VE ONLAR
-“Geçmişe sesleneceğim,
başlangıcın çok ötesine,
ve onlara (atalarıma) yalvaracağım
karar gününe
yardımıma gelmeleri için.
Geçmişe uzanacağım ve
onları içime çekeceğim.
Ve onlar gelmeliler,
çünkü geçmişte var olmalarının
tüm nedeni,
Şu anda benim.”

DÜŞÜNSEL EVRİM TARİHİNDE ATATÜRK’ÜN YERİ

1784'le Immanuel Kant şöyle yazıyordu
"Aydınlanma, insanın, kendi aklını bir başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamayışı durumundan kurtulmasıdır İnsanların çoğu ergenliğe erişip akıllarını, tembellikten ya da korkaklıklarından kendileri kullanmak istemezler. Bu yüzden birileri, bu gibileri gözetmeyi bellerler; bu gibileri hayvan güdüyorlar gibi, önce aptallaştırırlar, kapatıldıkları yerlerden çıkmalarını şiddetle yasaklarlar; tek başlarına yürümeye kalkışırlarsa başlarına ge­lecek tehlikeleri onlara anlatırlar. Ayrıca yasalar ve mevzuat, ergin olmayı-aklını kendisi kullanmayı sürekli engeller. Bu nedenlerden kendi başına, güvenle yürüyebilen pek az kişi vardır Oysa aydınlanma için, özgürlükten başka bir şey gerekmez. Ne var ki, dört bir yandan 'düşünmeyin' diye bağırıyorlar. Subay,”Düşünme, talimini yap”; Papaz, ”Düşünme İnan” ;maliyeci, 'Düşünme öde' diyor. Oysa, aklın kamu önünde kullanılması özgür olmalı. Aydınlanma böyle sağlanabilir. Hiçbir dönemin, kurumun kendisinden sonraki dönemin bilgilerini genişletmemesi, insan­ların aydınlanmada ileri gitmemesi için sözleşmeler yapamaz."
18 yy 'da Diderot, d'Alambert, J.J Rousseau, Voltaire gibi düşünürler şu noktada birleşiyorlardı ki, düşünme­nin, vicdanın ve kalemin özgür olması, bilimin ilerleme­si için çok gereklidir ve sosyal ilerlemeyi sağlayacak tek araç bilimdir.
Günümüzde Atatürk’e yönelik saldırılar artmıştır. Bu artışta ilginç olarak kendilerini ilerici görenlerde yer almaya başlamıştır. O’nun misyonunu doldurduğunu, şimdi ise başka bir dönemin yaşandığını, yeni arayışlara girmek gerektiğini söyleyenler var. Kemalizm’in, Atatürkçülüğün bir ideoloji olmadığını olamayacağını, kaldı ki ideolojilerin ömürlerini tamamladığını savunanlar var.
Bu yazının amacı düşünsel evrim tarihinde Atatürk’ün nereye konulması gerektiğini tartışmaya açmaktır. İnsanoğlu hayatta kalmaya çalışırken zaman içinde sadece mekaniksel eylemlerin yetmediğini bu arada dünyayı da tanımanın şart olduğunu, soyut kavramlar dünyasının yaratılması gerektiğini anlamıştır.Bu durum düşünsel evrimin başlangıcını oluşturur. İşte bu noktadan itibarendir ki insan doğayı tanımak ve ona hükmetmek için çeşitli mekanizmalar geliştirmeye başlamıştır. Bu da günümüz insanın ulaştığı teknolojik devrimlerin oluşumunu sağlamıştır. Doğayı kendi istediği şekilde değiştirme gücüne sahip tek canlı insandır. Doğaya meydan okuma ve onu değiştirmenin yolu sadece bedensel güce değil ama aynı zamanda düşünsel güce de bağlı olmuştur ve bu bağlılık günümüzde de halen devam etmektedir. İnsanlığın teknolojik devrimi oluşturabilmesinin gerisinde 100 bin yıllık insan düşüncesinin evrimsel gelişimi söz konusudur. Düşünsel evrimsel sıçramaların kökeni bugün Doğu diye adlandırdığımız topraklardır. Nedenleri ve ne derece doğru olduğu tartışmaya açık olmakla birlikte daha sonra Doğu’nun düşünsel evrimsel gelişime olan katkılarının sürdürülebilirliği kesintilere uğramıştır. Bu da günümüzde doğu batı arasındaki gelişmişlik farkının en önemli nedenidir. Bunun aşılması için bazı ideolojik açılımlar yapılmaya çalışılmıştır. Ancak bu ideolojilerin batı kaynaklı olması ve batının özelliklerini taşıması nedeniyle Doğu’da bu açılımlar başarısızlığa uğramış ve yakın tarihimizde gördüğümüz gibi hepsi çökmüştür. Doğada boşluk olamayacağı gerçeği düşünsel boyutta da harekete geçmiş yıkılan ideolojilerin yerini milliyetçilik kökten dincilik akımları doldurmaya başlamıştır.
Düşünsel evrimsel tarihi oluşturan her düşünce insanlık üzerinde olumlu veya olumsuz bir etkiye sahip olmuştur. Kimileri unutulmuş kimileri de günümüzde hala yaşamaya devam etmektedir. Süreklilikte en önemli etken o düşünce biçiminin gelişmeye açık olması genel insan karakterine ve özelliklerine uyum göstermesidir. Genel kabul görmüş düşünce sistemleri çıktığı an için geçerli olan ve o dönemdeki maddi şartlara uyumluluk gösterdiği ölçüde doğru olan kavramlar dünyasıdır. Sürekliliği kesin değildir. İnsanoğlu devrimci adımlarını önce düşünsel alanda sonra doğasal alanda gerçekleştirmiştir. Yani önce düşünsel sonra mekaniksel devrim. Düşünsel devrimde önemli olan bu düşüncelerin yaratılması ve insanlığın önüne konulmasıdır. Her insan ve toplumsal yapı kendine uygun olduğuna inandığı düşünceyi üretir. Batı kaynaklı düşünsel üretimlerin doğuya uyarlanmasında karşılaşılan başarısızlıkların kaynağı bunların oluştuğu şartların Doğu’da bulunmamasıdır. Kendi doğrularının evrensel ve mükemmel olduğuna inandıkları ve bunların dışında doğruların olamayacağını, olursa bunu da kendilerinin yaratabileceğini düşündüklerinden doğunun uyumda sorun çıkarmasını anlamamakta ve ilkellik, gerilik, düşüncesizlik vs. olarak adlandırmaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk ise yaşadığı toprakların ve insanların özelliklerine uygun olan düşünsel devrimi gerçekleştirmiştir. Elbette batı kaynaklı düşünsel değerlerden yararlanmıştır. Batı da düşünsel değer yaratma aşamasında doğu kökenli düşünsel değerlerden yararlanmamış mıydı? Benzer şekilde Atatürk’te yararlanmıştır. Bugün tüm saldırılara rağmen Atatürk’ün düşünsel alanda gerçekleştirdiği devrimlerin devamının sağlanmasında halkının özelliklerine hakim olması, insanlık tarihinin ve çağının özelliklerini iyi kavraması en önemli etkenlerdir. Kemalizm’i klasik ideolojilerle aynı kefeye koyarak suçlayanların en azından şu söze dikkat etmeleri gerekir:
“Öğretmenler, Cumhuriyet sizden irfanı hür, fikri hür nesiller ister”
Hangi klasik ideolojide bu tarzda bir düşünsel çıkış vardır. Yoktur. Kim vicdanı hür, fikri hür nesil ister. Hür nesil istemek özgür düşünce demektir. Hangi ideolojik yapılanma buna izin vermiştir ki kendisinden başka doğru bir ideolojinin olmadığını söylerken? Atatürk sosyal alanda mutlak geçerli kuralların az olduğunu değişken kuralların ise çok olduğunu bilen ve gören bir dehaydı. Sözlerinden bunu çok iyi özümsediğini görmek mümkündür. Bu da çağın mazlum toplumlarında derin etkilere yol açmıştır. Mazlum toplumların insanları herhangi bir baskı olmaksızın bu büyük İnsan’ın resimlerini evlerinin bir köşesinde taşıyorlarsa bunun bir anlamı olması gereklidir. Bu da Atatürk’ün düşünsel devriminin evrenselliğini, düşünsel evrim tarihinde önemli yer tutan kişiler kadar hatta daha da ileri olarak bir devletin doğmasını sağlayacak kadar önemli bir şahsiyet olduğunu gösterir. Atatürk’ün düşünsel devrimi tüm dünyanın olumlu ilgisini çekecek kadar değerli ,evrensel ve bir o kadar da büyüktür. Adının Atatürkçülük, Kemalizm olması veya olmaması küçük bir ayrıntıdır. Ama bu devrimci açılımın da bir adının olması gereklidir. Kemalizm, Atatürkçülük deyimleri Türk Devrimi’nin ideolojik yapısını göstermek için söylenegelmiştir. Türk Devrimi Tarihte ilk olarak hem Ulusal Bağımsızlığın kazanılmasında Emperyalist güçlere karşı savaşım verip bunu kazanmış, hem de düşünsel alanda yenilikçi açılımı sağlayıp tümden Batı kaynaklı olmayan kendine özgü yeni bir Düşünsel devrim yaratmıştır. Bu yönüyle tarihteki yerini almıştır almaya da devam edecektir.
Akıl özgürlüğünü, bilme etkinliği ola­rak yaşar. Aklın bilgilenme düzeyi yükseldikçe insan bağımsızlaşır ve gerçek insan olur.
Akıl, özgürlüğünü ya­şayarak bilgilenmiş, bilgilendikçe yaşamda kal­masını sınırlayan, kendisini bağımlı kılan do­ğal ve toplumsal sınırlamaları, yaşamda kalma olanaklarını genişletmiştir. Yaşamda kalma olanaklarını genişlettikçe insan bağımsızlaş­mıştır.
Bağımsızlık, aklın özgürlüğünün doğa-insan ve insan-insan ilişkileri içindeki etkinliğidir.
Özgürlük bilgiden değil, bilgi özgürlükten doğar.
Kölelik zincirleriyle efendilere bağlan­mış Spartacus'ü Roma'ya isyan ettiren, ülkesi yabancı güçlerce işgal edilmiş Mustafa Ke­mal Atatürk’e "ya bağımsızlık ya ölüm" dedirten, onla­rın akıllarının özgürlüğünden başka bir şey değildi.
İşte bu üstün değerlere sahip olana Yüce Atatürk için 27 Kasım 1978 yılında yapılan UNESCO’nun 30. genel kurulunda 156 ülkenin oybirliği ile 1981 yılının Atatürk Yılı olarak kutlanmasına karar verilmiştir. Kararda şöyle denmektedir:
Uluslar arası anlayış ve barış için çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk,din,ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.
Bunlara daha başka ne eklenebilir ki? Ama günümüzde bazıları çeşitli isimler altında bütün dünyanın böylesine tanımladığı eşsiz insan Mustafa Kemal Atatürk’ü eleştirmek için gayret gösteriyorlar.
Ama bu gayretleri hep boşa çıkacaktır. Çünkü Atatürk sadece Türkiye Cumhuriyetine değil tüm dünyaya mal olmuş bir dehadır. Burada önemli olan eleştirmek değil daha iyi anlamaya çalışmaktır. Bilimsel Atatürkçülüğü geliştirmektir. Nasıl ki zamanında dünyanın çeşitli ülkelerinde sıradan insanların evlerinde resmi varken ve tüm dünyanın örnek aldığı bir insanken, bizler de günümüzün Atatürkçüleri yüce önderin öğretileri ışığında ülkemizi yine dünyanın saydığı saygın ve örnek alınacak bir ülke konumuna getirmek zorundayız. Bunun için de önderimiz Atatürk rehberimiz Atatürkçülüktür. 

BUYURGAN DESPOTİK ANLAYIŞ VE ETKİLERİ

Devrimci alternatiflerle tanışmamış, bundan yoksun olan kitleler, toplumsal demokrasi kendilerini hayal kırıklığına uğrattığında tutucu yapıya dönerler. Bu kitleler durumlarının kötü olmasının sorumluluğunu içinde yaşadıkları toplumsal demokraside ararlar. Bunun sonucu ise tutucu eğilimlerin güçlenmesi, yani faşizmdir. Faşist yapılanma hem sosyal örgütlenmede, hem de dinsel alanda olur. Toplumsal altüst oluşlar, yönetsel ve dinsel algılamalarda tutucu yapının güçlenmesine yol açar. Alternatif yöntemlerin de olabileceğinden habersiz kitleler, içinde bulundukları sistemin daha da tutucu hale gelmesini istemekten başka şansa sahip değillerdir. Toplum içerisinde kişiliksiz ve adsız yaşam sürdüren bireyler, kendilerini ifade edebilmek için buyurgan önder ihtiyacı içine girerler. Bunu fark eden buyurgan nitelikli kişiler de bu bireylerin efendiliğine atlamak için uygun fırsat kollarlar, fırsatlar çıktığı anda da efendilik statüsüne yükselirler. Fırsatın çıkmadığı durumda ise, o fırsatı yaratmak için provokatif eylemlere girişirler, toplumun gizemli ve dinsel yapısına aşırı vurgular yaparlar, geleneksel yapının ve ailenin yüceltilmesi kavramlarını sık sık kullanmaya başlarlar. Despotik, buyurgan nitelikli kişiler adsızların, ötekileştirilmişlerin efendisi olmayı sürdürmek için, bunlara kendi yarattığı dünyanın kurallarına uygun kişilik yapısı dayatırlar. Böylece adsız ve ötekileştirilmişler, sözde kendilerini ifade edecek ortamı yaratan önderlerine sıkı şekilde bağlanır ve onunla özdeşleşirler. Bu özdeşleşme o kadar ileri derecelere götürülür ki, önder ve onun buyurgan, despotik yönetim anlayışına yapılacak en küçük eleştiriye bile tahammül gösterilmez ve eleştiri sahibi imha edilmeye çalışılır. Eleştirinin kendisi ötekinin toplumsal durumunu vurgular, ancak öteki bununla yüzleşmek istemez. Nasıl istesin ki, toplum içinde bir adsız olarak yaşamaktadır ve önderden kopuş yine adsız, ötekileştirilmiş dünyaya dönmek demektir. Karşıtlarına karşı gösterilen saldırgan davranışın temelinde bu yatar. Köleleştirilen adsız ve ötekileştirilmişler buyurgan ve despotik öndere bağımlılı­ğa katlanabilmeleri için, buyurgan, despot onlardaki bağımsız düşünme, kendi kişiliğini bağımsız olarak geliştirme bilincini bastırmak için elinden gelen her şeyi yapar. Örneğin kadına örtünmenin ilahi bir buyruk olduğunu vurgular, böylece hem fiziksel hem de düşünsel tesettürü sağlamaya çalışır. Kadının düşünen, yaratan, eleştiren, üreten bir varlık değil, sadece çocuk doğurmak için yapılandırıldığına ve böylece erkek efendinin bir kölesi olduğuna inandırılmaya çalışılır. Analığın ülküleştirilmesi, göklere çıkarılması, ama aynı zamanda kadının dört duvar arasında esir olarak tutulmaya çalışılması arasındaki çelişki işte burada yatar. Buyurgan ve despot için kadın, erkeğin türünün devamını sağlamanın ve evlenerek gittiği ailenin kölesi olmanın dışında başka bir şey değildir. Çünkü kadına açıkça ve resmen düşünme ve özgür davranma hakkını tanımak, tüm buyurgan, despot öğreti yapının gümbür gümbür çökmesine yol açar. Despotik ve buyurgan devlet kendi korumasını sağlamak için aynı özelliklere sahip bireylere ihtiyaç duyar. Bu amaçla kendi öğretilerine uygun aile yapısını oluşturmaya ve onu desteklemeye başlar. Böylece kendi despotik ve buyurgan yapısını savunacak köleleştirilmiş bireylerden savunma hatları oluşturur. Bu kişiliklerden despotik ve buyurgan öğretinin yılmaz savunucuları ortaya çıkar. Bu yılmaz savunuculara tek görev verilir: gerici düzenin düşmanı olarak görülen özgür akla sahip yurttaşların ezilmesi. Buyurgan despotik yönetim, yılmaz savunucular elde etmek amacıyla kalaba­lık ailenin mutluluğu öğretisini işlemeye başlar. Böylece sürekli yeni kuvvetler elde etmeyi garanti altına almaya çalışır. Burada kadına çok çocuk doğurma görevini verir. Böylece kadının insan olma işlevi değersizleştirilir ve kadın buyurgan, despotik yönetimin sürdürülmesi için çocuk üretim makinesine dönüştürülür. Buyurgan, despotik anlayış için ülküleştirilmiş annelik kavramı geliştirilir. Diyalektiğin özü gereği bunun karşısına da kötü örnek olarak düşünen, üreten, sorgulayan kadın konur. Buyurgan, despot için bu kadınlar arasında ayırım yapmak çok önemlidir. Buyurgan, despot sokak kızı olarak gördüğü devrimci, üretici, düşünen, sorgulayan kadın varlığından şeytan görmüşçesine ürker ve onları bedenini satan iğrenç varlıklar olarak görür. Buyurgan, despot için kadın, erkeğin kölesi olmayı kabullenmiş ve görevi sadece erkeğin neslini sürdürmek olan bir yaratıktır, kadın onlar için bir insan bile değildir. Buyurgan, despot kendi istediği özelliklere uygun kadın profili görürse, örneğin başörtüsünü savunma amaçlı eylem yapan kadınlar gibi, onların kılına dokunmaz. Kadını daha da kişiliksizleştirecek gerici başkaldırmaları gördüğünde ise onlara müdahale etmez, tam aksine onları destekler ve örneğin düzenin koyduğu gösteri yasağına aykırı davransa bile gayet nazik davranışlarda bulunur. Ancak sokak kızı olarak gördüğü ve insan olarak değerlendirmediği, bağımsız ve kendi kişiliğine sahip olan kadınların daha fazla özgürlük istemelerini kendi buyurgan, despot yapısına ciddi bir saldırı olarak görür ve en küçük hak talebini bastırmak için en vahşi yöntemleri uygulamaktan kaçınmaz. Bunun neden yapıldığı sorusuna ise aile ve ülkenin birliğini, ahlakını, namusunu korumak için diye cevap verir. Temel amaç sadece ve sadece doğurmak için koşullandırılmış, köle zihniyetli kadın yaratmaktır. Bunu yaparken de kadının çocuğu hangi şartlarda doğurmak istediği, nasıl yetiştirmek istediği, kaç çocuk sahibi olmak istediği gibi en basit insani sorularına cevap vermez, aksine bunlarda dahil tüm konularda kuralları kendisi koyar. Kadının her alanda mutlak özgürlük kazanması, buyurgan, despot devlet ve aile yapısının önündeki en önemli tehlikedir. Bunun bilincinde olan buyurgan, despot gizemci ve gerici ilahi düşünceler ve savunmalar yaratarak kadının bilinçlenmesini engellemeye çalışır. Kadına karşı bu davranış içinde olan buyurgan ve despotik anlayış, özgür kadını savunan erkekler için de cehennem yaratmayı kendine bir görev bilir. Özellikle üniversite öğrencisi bunlar için en büyük tehlikelerden birini oluşturur. Üniversite evrensel düşünmenin merkezidir. Özgür akıl özgür eğitimde, özgür üniversitelerde gelişir. Buyurgan despot bu amaçla özellikle üniversiteleri ele geçirmeye çalışır. Çünkü bunların en büyük düşmanı özgür ve gelişmiş akıldır. Buyurgan ve despot anlayış özgür akıl karşısında küçülür, küçülür bir noktaya dönüşüp hiçleşir. Hiçleşmenin cendresine düşmüş çırpınan buyurgan, despot yapı için özgür akıldan daha büyük düşman olur mu?   Despotik ve buyurgan anlayış, toplumsal yapının kendi gerici akıllarına uygun olmasını sağlamak için sürekli büyüleyici kelimeler olan demokrasiden, özgürlükten, daha iyi bir gelecekten bahseder. Bu düşüncelerle halkın karşısına geçer ve istedikleri gerici değişiklikler için bu büyüleyici kelimeleri kullanarak halkın oyunu alır, sonra da kendi gerici yapılarına uygun buyurgan, despot yapının inşasına girişir. Bu, buyurgan, despot yapı içinde yetişmiş olan bireyler ise buyurgan, despot devlet için en iyi savunma örgütünü oluştururlar. Eski solcu olup sonradan tatlı su demokratları olanlar ise buyurgan, despot iktidarın yanlışları karşısındaki şaşkınlığa düşerler. Bunlar, iktidarın toplumsal demokrasiyi savunduğunu zannederler, ancak toplumun ve iktidarın sosyo-kültürel içeriği konusunda bilgisiz olduklarından buyurgan, despot iktidarın vahşi uygulamaları karşısında dillerini yutarlar. Örneğin başörtüsü konusunda demokrasiden, özgürlükten bahsederek oluşturdukları savunma anlayışını, demokratik eleştiri haklarını kullanmak isteyen üniversite öğrencilerine karşı güvenlik güçlerince uygulanan vahşi saldırılar karşısında gösteremezler. Göstermeleri de beklenemez. Mistik, buyurgan, despot yapıda olanlar bu despotik, vahşi uygulamalar karşısında derin bir oh çeker, ancak tatlı su demokratları ise şaşkın ördek gibi aptal aptal ortalıkta dolaşır ne diyeceklerini şaşırırlar. Ne diyelim hayatın mutat akışı içinde rastlanan ve böyle giderse de rastlanacak olan doğal davranış şekilleridir bunlar.

BOTOX UYGULAMALARI

BOTOX UYGULAMALARI HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
KIRIŞIKLIKLAR NASIL OLUŞUR?
Çeşitli mimik hareketleriyle yüzdeki bazı kaslar sürekli olarak kasılır. Bu kasılmaların olduğu bölgelerde zamanla kırışıklıklar ortaya çıkar. Zamanla cildin hücre yapımız azalır, kollajen ve elastik liflerde azalma meydana gelir. Buna eklenen sürekli mimik hareketleri yüzde kırışıklılarla neden olur.

BOTOX (BOTULINUM TOKSİNİ) NEDİR VE NASIL ETKİ GÖSTERİR?
Botulinum toksin ,"Clostridium botulinum" isimli gıda zehirlenmesine neden olan bir bakteriden elde edilen arıtılmış A tipi bir toksini içerir. Bu toksinin tıpta kullanılan piyasa ismi Botox’tur. Botox, kas hareketlerini sağlayan sinir iletisini geçici bir süre durdurarak kasları gevşetir ve kaslar geçici olarak kasılma güçlerini kaybederler. Kasın kasılmaması, kasın üzerine kaplayan cildin daha pürüzsüz ve gergin görünmesine neden olur. Böylece yüz ifadesi daha dingin ve daha rahat bir görünüme kavuşabilmektedir.
Yüz kaslarımızın sürekli çalışıyor olması, kırışıklıkların ve duygusal ifadelerin yoğunlaştırdığı hat ve çizgileri oluştururlar. Botox enjeksiyonları mimik kasları denilen çok ince ve yüzeysel kaslara giden sinir uyarılarını bloke ederek, kasılıp-gevşeme hareketini sınırlar. Bu kasları gevşetir. Botox uygulanmayan diğer kaslar Botox etkisine maruz kalmazlar ve böylece yüzdeki ifade değişmez.

BOTOX (BOTULINUM TOKSİNİ) GÜVENLİ MİDİR?
2002 yılında Amerikan Gıda ve İlaç yönetimi Kurumu (FDA) tarafından kozmetik kullanımına onay verilmiştir. 18-65 yaş arası herkese güvenle uygulanabilir. Tedavi sonrasında geçici yan etkiler görülebilir, Bunlar kızarıklık, baş ağrısıdır. Baş ağrısı yan etkisine rağmen ironik olarak Botox, migren ve baş ağrısı tedavilerinde de uygulanmaktadır. Genel olarak herkese uygulanabilir ama hamile olanlar ve kas hastalıkları olanlar Botox işlemi yaptırmamalıdır.
BOTOX UYGULAMASI NASIL YAPILIR?
Her hastanın tedavisi kendi kas yapısına ve cilt özelliklerine göre planlanır. Botox uygulanacak bölge lokal anestezi kremiyle uyuşturulur. 15-20 dakika beklenir. Botox uygulanacak alan temizlendikten sonra ince uçlu iğnelerle kas içine küçük dozlarda enjekte edilir. Enjeksiyon 10-15 dakika süren bir işlemdir.

KOZMETİK AMAÇLI BOTOX KULLANIM ALANLARI NELERDİR?
Alın çizgileri, kaş arası çizgileri, göz çevresi kırışıklığı, kaş kaldırma, burun etrafında oluşan kırışıklıklar, üst dudak kırışıklıkları, üzüntü çizgileri, diş eti gülümsemesi, boyun çizgileri. Botox ayrıca etkili olmasından dolayı bölgesel olarak koltuk altı, el ve ayak terlemelerinde de kullanılmaktadır.

BOTOX UYGULANMASI SONRASI ETKİLER NE ZAMAN ORTAYA ÇIKAR?
Uygulamadan 3-7 gün sonra etkisi görülmeye başlar. 10-14 gün içerisinde etkisi daha net olarak görülür. Hasta 10 gün sonra kontrole çağrılır. Etkisi, kişiden kişiye değişmek üzere 4-6 aya kadar sürmektedir.

Detaylı bilgi için 
mail adresi: mgorgulu34@gmail.com 
Tel: 0212 660 22 01 

ÖZGÜR AKIL ÜZERİNE


1784'le Immanuel Kant şöyle yazıyordu
"Aydınlanma, insanın, kendi aklını bir başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamayışı durumundan kurtulmasıdır İnsanların çoğu ergenliğe erişip akıllarını, tembellikten ya da korkaklıklarından kendileri kullanmak istemezler. Bu yüzden birileri, bu gibileri gözetmeyi bellerler; bu gibileri hayvan güdüyorlar gibi, önce aptallaştırırlar, kapatıldıkları yerlerden çıkmalarını şiddetle yasaklarlar; tek başlarına yürümeye kalkışırlarsa başlarına ge­lecek tehlikeleri onlara anlatırlar. Ayrıca yasalar ve mevzuat, ergin olmayı-aklını kendisi kullanmayı sürekli engeller. Bu nedenlerden kendi başına, güvenle yürüyebilen pek az kişi vardır. Oysa aydınlanma için, özgürlükten başka bir şey gerekmez. Ne var ki, dört bir yandan 'düşünmeyin' diye bağırıyorlar. Subay,”Düşünme, talimini yap”;Papaz,”Düşünme İnan”;maliyeci, 'Düşünme öde' diyor. Oysa, aklın kamu önünde kullanılması özgür olmalı. Aydınlanma böyle sağlanabilir. Hiçbir dönemin, kurumun kendisinden sonraki dönemin bilgilerini genişletmemesi, insan­ların aydınlanmada ileri gitmemesi için sözleşmeler yapamaz."
18 yy 'da Diderot, d'Alambert, J.J Rousseau, Voltaire gibi düşünürler şu noktada birleşiyorlardı ki, düşünme­nin, vicdanın ve kalemin özgür olması, bilimin ilerleme­si için çok gereklidir ve sosyal ilerlemeyi sağlayacak tek araç bilimdir.
Dünyada hüküm sürmekte olan despotik, baskıcı yönetim biçimi düşünmeyin, itaat edin, ben sizin yerinize düşünürüm, sizin için en iyi kararları ben veririm diye salvolar halinde saldırmakta. Evet genç beyefendiler düşünmeyin, evet genç hanımefendiler itaat edin, despotik buyurgan yönetim sizden düşünmenizi, üretmenizi, en basit hak istemelerinizi yasaklıyor. Çünkü sadece onlar düşünür, sadece onlar güzel geleceği düşlerler. Onlar sizin yerinize düşünür, gerekeni yaparlar. Çünkü gelecek sizlerin değil, eski hafıza sahibi despotik, baskıcı, gerici yönetimindir. Çünkü sizler gelecek değilsiniz, çünkü siz yarın bu dünyanın sahibi olmayacaksınız, çünkü siz yeni hafıza sahibi değilsiniz, çünkü onlar ölünce de sizleri yönetmek istiyorlar. Evet doğru bizleri ölüler yönetir. Kadim atalarımızın geçmişte var olmalarının bugünkü nedeni bizleriz. Onlar biz bugün yaşayalım diye geçmişte var oldular. Bugünün despot yöneticileri de gelecekte var olmak için despotik, gerici, baskıcı nesiller üretmek istiyorlar. Ama tarih yanılmaz. Bugün teknolojik gelişmenin nimetlerinden yararlanıyorsak bunun nedeni geçmişte despotik, gerici, baskıcı, faşist anlayışlara karşı savaş vermiş ilerici, devrimci, dönüşümcü atalarımızın varlıklarıdır. İyi ki onlar geçmişte vardı. İyi ki yobazlara karşı canları pahasına ilerlemeyi, dönüşümü, devinimi savundular. İlerici kadim atalarımız olmasaydı bugün sahip olduğumuz bilimsel ilerlemelerin zerresine bile sahip olamazdık. Onlar hurafelerden arındırılmış, merakın muştuladığı özgür akıllara sahiptiler. Evet genç arkadaşlarım özgür aklın peşinde koşun. O özgür akıldır ki bizi tam bağımsız, özgür kılacak, insan ama gerçek insan olduğumuzu hissettirecek yapıdır. Unutmayın hepimiz en az 50 milyar olasılıktan birisi olarak bu güzelim dünyayı yaşıyoruz. Geri kalan milyarca olasılığın önüne geçerek varlık kazanmış insansal bedenimiz ve aklımızla güneşin aydınlığını, ayın ışıltısını, doğanın muhteşemliğine şahit oluyoruz. Bizim yerimize doğma ihtimali olan milyarlarca olasılık varlık bile kazanamadan yok oldular. Onları bizler temsil ediyoruz. Eğer insan olduğumuza inanıyorsak gerçek insan gibi olmalıyız. Özgür aklın peşinde koşan, sorgulayan, araştıran, evrimci, devrimci aklı hizmete sokmak zorundayız. İnsan özgür ve yaratıcı aklı ile insan olur. Geçmişin gerici, yobazlarının temsilcileri ne yazık ki günümüzde de varlıklarını sürdürüyorlar, sürdürmek istiyorlar. Ama gelecek, tarihinde gösterdiği gibi, onlar tarafından değil ilerici evrimci, devrimci gençler tarafından şekillendirilecektir.
Siz dersinize çalışın diyorlar, konuşmayın, protesto göstermeyin diyorlar. Sizin kendi sorumluluklarınızın bilincinde olmayan kuklalar olduğunuzu vurgulamaya çalışıyorlar. DÜŞÜNMEYİN, İTAAT EDİN diye avazı çıktığı kadar bağırıyorlar. Siz insanlaşma sürecinde üzerinize düşen ödevleriniz yapın. Araştırın, sorgulayın, özgür aklın gelişimi için taze güçler olarak her türlü desteği verin. Ama sakın şiddet uygulayarak kendi haklılığınızı göstermeye çalışmayın. Despotik, baskıcı yönetimlerin özgür akıl savunucularından istediği tam da budur, ŞİDDET. Şiddet özgür aklın kullanacağı yöntem değildir. Giardino Bruno, Galileo Galilei, Albert Einstein, Charles Darwin, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin-i Rumi şiddetten uzak, özgür aklın savunucusu olmuşlardır. Bu ve benzeri büyük insanların sayesinde uygarlığın tüm nimetlerinden yararlanıyoruz. Bize miras kalan bu nimetleri daha da ileri götürüp gelecek nesillere daha iyi bir dünya sağlamak zorundayız. Bunun yolu sorgulayan, araştıran özgür akıldan geçer. Siz bakmayın despotik, baskıcı yönetimlerin söylemlerine. Dünya onların istediği gibi olsaydı insanlık tarihi olmazdı. Tarihi yaratan insandır, ama gerçek insan. Tarihin süreğenliği, evrimin temel amaçlarından biri olan hayatta kalma stratejileri geliştiren sadece ama sadece özgür akıl sayesinde olmuştur. Gericiliğin, bağnazlığın, despotizmin tarihi acı, kan ve gözyaşı ile yazılmıştır. Özgür akıl, insanlığın uygarlık yaratmasında temel belirteç olmuştur. Bağnaz bile bugün yaşam hakkı buluyorsa onun da bu hakkını özgür akıl sağlamıştır. Ona kalsaydı kendi de dahil hiçbir akıl yeryüzünde yaşam hakkı bulamazdı. Ne mutlu özgür akla sahip olanlara, ne mutlu bizi insan yapan özgür akla sahip kadim atalarımıza.