Dünyaya geliş nedenimiz ölüm değildir. Canlıları bekleyen
kaçınılmaz son ölüm değil, doğaya yeniden karışmaktır. Doğanın değirmeninde
öğütülüp yeni bir forma bürünmektir yaşam ve ölüm denen karşıt yapılar. Bu
anlamda bakıldığında ölüm olgusu aslında evrene yabancı olan bir kavramdır. Ta
ki evren gerçekten ölünceye kadar. Bizler atalarımızdan aldığımız genleri yeni
nesile aktarmakla görevli ara formlar olarak dünyada bulunuyoruz. Yani asıl
olan genetik miraslarımızın ölümsüzlüğü için yaşam denilen olguyu duyumsamaktır
varlığımızın temel nedeni. Anne ve babamızın sahip olabileceği trilyonlarca
olası çocuklar içinde bizim birinci gelmiş olmamız bir diğer çoşkulu süreçtir
yaşam denilen garip duyumsamada. Karanlıktan geldik karanlığa gidiyoruz ama
arada güneş, dünya, aşk, sevgi, nefret, şiddet gibi olgusallıkları da
duyumsamak önceliğine sahip olduk doğma olasılığı olup ta doğmamış yok hükmünde
olan diğer kardeşlerimize oranla. Atom altı parçacıklardan başlayıp atomdan
geçen ve bedenleşen yapımız aslında evrenle yaşıttır, hepimiz aslında 14.5
milyar yıl yaşındayız. Bu algı yaşam ve ölüm denen olguların aslında güzellik
ve kötülükle özdeş olmadığını sadece varsıllığıyla değerlendirilebilecek
yapılar olduğu anlamına ulaştırır bizi. Özce doğum da ölüm de korkulacak şeyler
değildir, ne ki gerçek anlamda insanlaşabilirsek eğer.